...Paramparçayım
gel sen onar
beni.....
beni.....
Günler; sahur-uyku, iftar-teravih-uyku, pide
kuyruğu arasında aşk hızıyla geçiyordu...
Son günler
de mücellayı göremez, gülüşünde teselli bulamaz olmuştum...Şehir dışına
teyzesinin yanına gitmiş beni de yolunu gözler halde bırakmıştı... Suskunluğuma
yokluğu cellat olmuştu. Derinler de büyüyen hasreti içimi yakmaya beni de
mecnuna çeviriyordu...
Umutsuzluk
mu,yoksa ince derin bir şikayet mi?
Yoksa
Faaliyet içinde geçen gece ve gündüzlerimizin bizi bıraktığı anlarda kalbimizi eline geçiren ve henüz mahiyetini anlamadığımız melal mi?
Yoksa
Faaliyet içinde geçen gece ve gündüzlerimizin bizi bıraktığı anlarda kalbimizi eline geçiren ve henüz mahiyetini anlamadığımız melal mi?
Normalde rutin
sakin sıradan hayatım, artık daha da sıradan olmuştu... Yemeden içmeden
kesilmiştim, dışarıdan bakılınca hasta bile görünüyor olabilirdim. Annemin
endişeli bakışlarını, beni teselli edici önerini, sevdiğim yemekleri yapmaya
çalıştığını görmek içine düştüğüm durumun etkisinin dışarıya nasıl yansıdığını
gösteriyordu. Ve sonra bir gün...
Dedi ki anam:
Büyü oğlum
Tez büyü
Bu acı
Senden daha büyük
Olmadan...
Büyü oğlum
Tez büyü
Bu acı
Senden daha büyük
Olmadan...
Günler onsuz geçerken, mahallenin ileri
gelenleri ramazanın ruhunu genç nesillere yaşatmak istiyordu. Renkli neşeli
mahalli sakinleri hep birlikte toplanıp bir mahalle iftarı planlandı.Ben her
sıkıcı günler de olduğu gibi tüm gün balkonda oturup Mücellayı bekliyordum..doğru
kaç gün olmuştu buralardan sessizce gideli...Gidişiyle benden ne çok şey götürmüştü.
Kendimi biraz toplayayım diye annem sokaktaki iftar hazırlığına yardım
etmemi istedi. O çocukların hevesle çalışma isteklerini görünce bende kendimi
hazırlıkların içinde buldum. Masalar ,sandalyeler, ışıklandırmalar, çocuklar için
süslemeler...
iftara doğru mahalle sakinleri ellerinde yemeklerle masaları donatmaya
başlamışlardı. birer ikişer derken kısa sure sonra onlarca aile masaları
doldurmuştu,yetmediği yerde çocuklar
için özel sofralar kuruluyordu...hava kararıp ışıklar da açılınca görülmeye
değer hoş bir manzara ortaya çıkmıştı.. Masalar da çeşit çeşit nefis ev yemekleri...çorbasıyla,
et yemekleriyle, farklı yöresel börek çeşitleriyle, sütlü şerbetli tatlılarıyla,
renk renk meyve şerbetleriyle, buz gibi su dolu sürahilerle...masaya en son
gelen, kokusuyla tüm masadaki ilgiyi kendine çeken, ramazana özel pide de
geldiğinde....herkesin kulağı kandilleri yanan mahfillerle bezenmiş caminin
muezinindeydi...ak sakallı dedelerin nur yüzlü
ninelerin ağızları dualı, çocuklar heyecanlı , sevinçli birazda
sabırsız... gözler büyüklerin de... yemeğe onlar başlamadan başlanmayacağını
bilecek kadarda edepli...
iftar öncesi yapılan duanın kabul olduğunu bize öğreten
mahallemizin sevilen büyüğü Süleyman efendi, bize o latif sesiyle
yaptığı duasının sonunu her seven sevdiğine
elbet bir gün kavuşacak müjdesiyle bitirdiğinde, uzaklardan o top sesi ve hemen
ardından ezan sesi bana biraz huzur vermişti.
Aminler gök kubbede ezan sesiyle buluştuğunda, susuz dudaklar suya..acıkan nefisler yemeklere kavuşmuştu.Bir yudum su
bana yetmişti. Oturduğum yerden etrafı, oruç tutan çocukların sevinçlerini seyrettim.
Ya çocuk olmalıydık ya da deli...Bu dünyanın sıkıntısı başka türlü
çekilmezdi...
Yemekler yendi, üzerine de enfes bir çay servisi yapıldı.
Süleyman efendi bize teravih öncesi bir hikaye anlatmak istedi...böyle şeyler
hiç huyu değil diye biliyordum ama bize leyla ile mecnunu anlatarak içimdeki
yangından haberdar olduğunu ve bana yardım etmek istediğini mi söylemek istedi.
Şaşkınlığım henüz geçmeden Süleyman
efendi yanına da çocukları alarak teravih için caminin yolunu tutmak için ayağa
kalkınca yanına vardım bana :
Evlat,
Tek kişilik sevgi buz dağını eritmeye yetmiyor. Sevgin büyüdükçe içindeki acı
da büyüyor. dedi.
İftarlarla sahurlarla ramazanın da sonuna gelmiştik.
Artık iyice kötüleşmiştim, yemek yiyemez , kimseyle konuşmaz olmuştum. Nadiren yataktan çıkabiliyor, biraz balkonda
hava alıp tekrar odama çekiliyordum. Biraz kendimi topladığım vakitler mücella
için şiirler karalıyordum.Bu arada annem halime dayanamayıp mücellanın
annesinin yanına gidip, benim durumu, mücellaya olan sevdamı, ve bunun beni ne
hale getirdiğinden bahsetmiş. Benden habersiz yazdıklarımdan bir kaçını da
zarfa koyup mücellaya vermesi için annesine vermiş... Bütün bunları ben ancak kâğıtlarımı bulamadığım zaman öğrenmiştim.
Ramazan bitmiş, bayram arifesinde annem elinde bir
mektupla odama geldi.
Mücellanın bana mektup yazdığını söyledi...heyecanla zarfı yırtım. Kağıtta sadece kısa bir not
vardı...
Niye yazıyorum ki
bunları. İçimiz
bir dolap değil
ki açıp bakalım. Açıp gösterelim. Yine de anlatıyoruz ama. Bizi fark edince eşyaların
arasına gizlenmeye çalışan bir böceğe
benziyor anlattıklarım. Gelecektim. Ama daha bir kötü hatıram olsun istemedim.
Bir şey söylemedi. Ben de nasıl devam edeceğimi bilemedim
. . .defalarca okudum, okudum, okudum...ama bunları söylemesine bir sebep
bulamadım. Neden ne olmuştu ki benim bu halim onun için bu kadar önemsiz
olmuştu....
Uzun bir sessizlik oldu...uyudum sanmıştım, fakat
gözlerimi bir hastane odasında açtığımda durumun ciddiyetini anladım. Baş
ucumda annemi gözlerimi açmamı
beklerken buluyorum.
÷ ÷
÷ ÷ ÷
÷ ÷
Çok uzaklarda bir yerde,çiçeklerle süslenmiş huzur dolu
bir bahçede tek başına oturmuş elindeki
nota gözlerinden süzülen yaslar damlarken uzaklara dalan mücella...mürekkebi
akan yazılarda ahmetin sevdası...
AyrıIıkIa başım belada Gözlerini
çevir gözlerime Yoksa ben Sensiz bu sessizIikIe.Deli
gibiyim sensiz bu sensizIikIe.
Yaslan
göğsüme sevdiğim
Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir
Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir
Toprak gibidir
Sen ki bulut gibisin
Ay gibisin güneş gibi bazen
Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir
Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir
Toprak gibidir
Sen ki bulut gibisin
Ay gibisin güneş gibi bazen
Mehmet Akif İnan,
Erdem Beyazıt, Cahit Zarifoğlu'na selam olsun....
MÜCELLA-5
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder